Mesaj Sayısı : 48
Puan : 111
Rep : 1
Doğum tarihi : 18/12/87
Kayıt tarihi : 20/06/11
Yaş : 36
Nerden : Antalya
İş/Hobiler : Muhasebe/Öğrenci | Konu: Haziranda Tutuşur Barikatlar Cuma Haz. 24, 2011 8:45 pm | |
| Türkiye'de öğrenciler daha sonra DEV-GENÇ adını alacak olan Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) adı altında hızla örgütleniyor ve devrimci teoriyi öğreniyorlardı. Bu öğrendiklerini işçi ve köylü kitlelere de taşıyorlar ve grevlere, toprak işgallerine bir fiil katılıyorlardı. 1968'deki İstanbul Üniversitesi işgaliyle birlikte ivme kazanan devrimci gençlik hareketi tüm Türkiye'yi sardı. 1969'daki 6. Filo eylemiyle de doruğa ulaştı. İstanbul boğazına gelen NATO'nun 6. Filo'su devrimci işçi ve öğrenciler tarafından protestolarla karşılandı ve ironik bir şekilde ABD askerilerinin denize dökülmesiyle devam etti. Yine ODTÜ'de ABD konsolosu Chommer' in arabasının yakılmasıysa atlanmaması gereken bir eylemdir.
Devrimci öğrenci ve işçiler böylesi eylemlere imza atarken aynı zamanda, öğrenciler arasında devrimin yolu üzerine yoğun tartışmalar yaşanmaktaydı. Özellikle Milli Demokratik Devrim (MDD) ve Sosyalist Devrim(SD) teorileri üzerinde yoğun tartışmalar yaşanıyordu. Bu dönemde devrimciler arasında 1960 darbesinin görece demokratik kazanmalarının da etkisiyle ordunun devrimci olduğu gibi küçük burjuva, cuntacı fikirler bulunmaktaydı. Bu tez üzerinden yoğun tartışmalar ve ayrışmalar meydana geldi. Fakat bu tezleri savunanlar kendiliğinden gelişen işçi sınıfının devrimci kalkışını göremiyorlar ve umudu orduda dolayısıyla Kemalistler de görüyorlardı.
Öğrencilerin içinde bulunduğu durum böyleyken işçiler de boş durmuyordu. 1969'un ilk aylarında başlayan Singer işgali ve ardından Demir-Döküm işgali yaşandı. 1969'un sonbaharında Gamak işgalinde ise polisin silahlı saldırısı yaşandı. Artık işçiler sadece ekonomik nedenlerle greve gitmiyor aynı zamanda siyasal taleplerim de haykırıyordu. 15-16 Hazirana bu koşullar altında gidilirken bir not düşmekte fayda var, "68 hareketi Avrupa'da dönemsel bir başkaldırıyı anlatsa da ülkemiz için köklü bir devrimci geleneğin başlangıcını temsil etmektedir. 68'de yaşanan tartışmalar bugün dahi ülkemizin devrimci hareketini şekillendirmektedir."
DİSK çatısı altındaki sendikaların düzeni tehdit eder boyuta oluşan faaliyetleri iktidarı artık iyice rahatsız ediyordu. Bunun önüne geçmek ve işçi sınıfı hareketini kontrol altında tutmak için 1970 senesinde yine kanun tasarıları hazırlandı. 274-275 sayılı kanun taslağı gereğince sendikaların ülke çapında faaliyet gösterebilmesi için işkolunda sigortalı çalışan işçilerin en az üçte birini örgütlemesi barajı getiriliyordu. Ayrıca konfederasyonların faaliyet gösterebilmesi için ülke çapında sendikalı işçi sayısının üçte bir üyeye sahip olması barajı konmuştu. Tahmin edilebileceği gibi bu oranlar DİSK'in üye sayısı göz önünde bulundurularak ayarlanmıştı. Bu kanun taslağınca işçilerin istedikleri sendikada örgütlenmesinin önüne geçiliyordu. İşçi sınıfının yanıtı sert oldu.
Yasa taslağı 13 Haziran 1970'de Meclis'te kabul edildi. Bunun hemen ardından DİSK 17 Haziran günü yapılacak bir mitingle protesto etme kararı aldı. Bu karar hemen atölyelere, kahvehanelere, mahallere ve evlere kadar yayıldı. Fakat zaten diken üstünde olan işçi sınıfının artık beklemeye sabrı kalmamıştı. Sürecin başından beri olduğu gibi yine kendiliğinden 15 Haziran günü 115 işyerinden yaklaşık 75 bin işçi, makineleri durdurarak eyleme geçti. İzmit ve İstanbul'da işçiler çeşitli kollardan yürüyüşe geçti ve hayatı durdurdu. 16 Haziran'da bu sayı 168 işyeri ve yaklaşık 150 bin işçiye ulaştı. İstanbul ve İzmit'in dört bir yanında işçi kortejleri ilerliyordu. İstanbul'da; Levent, Topkapı ve Kartal'da işçiler ve polis arasında çatışmalar çıkıyor, polis ve asker barikatları zorlanıyor, tanınmış kapitalist firmalar tahrip ediliyordu. Özellikle Kadıköy'deki çatışmalar çok şiddetliydi. Polisin ateş açması sonucu 3 işçi hayatını kaybetti ve 200 işçi yaralandı. Levent ve Eminönü yönlerinden gelen işçi kollarının birleşmesini engellemek için Galata Köprüsü açıldı. Vapur seferleri durduruldu.
16 Haziran akşamına doğru ordu sıkıyönetim ilan etti. DİSK yöneticilerinin de telkinleri doğrultusunda işçiler evlerine çekildiler. Ama eylemler bitmemişti. Grev ve iş yavaşlatma eylemleri devam etti. İşçiler yasa geri çekilene kadar eylemlere devam etmekte kararlıydılar. Nitekim yeni sendika yasasının yürürlüğe girebilmesi için 12 Eylül'ün gelmesi gerekecekti. Fakat 16 Haziran'daki sıkıyönetimle birlikte tutuklama ve soruşturma fırtınası esti. Binlerce işçi işten atıldı. Sıkıyönetim tam 3 ay, terör estirerek sürdü.
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi Türkiye işçi sınıfının ilk büyük kalkışmasıdır, bir destandır. Bu direniş pratikte her ne kadar büyük kazançlar sağlamasa da öğrettikleri açısından tarihsel bir zaferdir.
Her şeyin başında bu direniş orduya ileri-devrimci yaftası yapıştıran küçük burjuva, cuntacı fikirleri yerle bir etmiştir. Çünkü direnişi ezen bizzat ordu tanklarıdır. İşçi sınıfının gücüne güvenmeyi öğretmiştir. Öğrettiği ikinci bir noktaysa işçi sınıfının kendiliğinden gelişen hareketi doğru ve devrimci bir önderlikten yoksunsa, tanklarla ya da işçi dostu gözüken sermayeci sarı sendikacılar tarafından ezileceğiydi.
İşçiler sendikalarına sahip çıkmışlar ve büyük bedelleri göze alarak sendikaları için savaşmışlardır. Bu da göstermektedir ki kitleler güvendikleri ve kendilerinin hissettikleri değerleri korumak ve bu değerlerin arkasında yürümek için bedeli can da olsa yürümeye hazırdır. |
|